iyibilgi.com özel
Dünyanın en zengin ailelerinden Rockefeller'lara ait aynı isimli vakıf, 1 Haziran 2010 tarihinde bir rapor yayınladı. Raporda dört farklı dünya çapında gelecek senaryosu bulunuyor. Bu senaryolar vakfın başkanı Judith Rodin'e göre, olgular üzerine oturtulmuş, geleceğe dair detaylı anlatımlar. Raporun sunum kısmını kaleme alan Rodin, bu senaryolar üzerinde gelecekte insanlığı bekleyen olası kriz noktalarını tespit edip, onlara hazırlıklı olmak istediklerini belirtmiş. Sonuçta vakfın insani yardım üzerine yoğunlaştığını ve halihazırdaki kaynaklarını insanlık yararına etkin şekilde kullanabilmek için, bu tür öngörülere sahip olmaları gerektiğini savunmuş.
Bu senaryo çalışması, yapılan açıklamaya göre Rockefeller Vakfı için bir ilk. Vakıf bu senaryoyu, Global Busines Network adlı stratejik danışmanlık şirketine hazılatmış. Senaryoların ortak sorunsalı, teknolojinin rolü ve küreselleşmenin geleceği üzerine kurulu. Ancak ana odak, teknoloji.
Peki neden teknoloji ana rolü kapmış? Bunun cevabı raporun "merkez sorusunda" saklı:
Önümüzdeki 15-20 yıl içersinde, teknoloji, gelişen dünyada, eşit büyümenin ve insan direncinin önündeki engelleri nasıl etkileyebilir?
Anlaşılması zor bir cümle. Bu yüzden senaristler konuyu biraz daha açma ihtiyacı görmüş. Onlara göre teknolojinin "ilerlemesinden", gelişiminin devamlılığından kimsenin kuşkusu yok. Esas merak edilen şey tekonolojik ilerlemenin izleyeceği yol. Örneğin teknolojik sıçramalar ve inovasyonların kaynağı neresi olacak? Sadece gelişmiş dünyadan mı yoksa daha çeşitli coğrafyalardan mı? Ekonomik ve siyasi gelişmeler, teknolojik gelişimin hızını ne yönde etkileyecek. Ve tabii en önemlisi, varolan veya yeni teknolojiler, kişilerin, toplulukların ve sistemlerin "büyük değişimlere" tepki verebilme kapasitesini nasıl geliştirebilir? Bunun gibi soruların cevabı aranmış.
(Yalnız burada bir parantez açıp, rapor içinde geçen önemli bir nottan bahsetmemiz gerekiyor. Yukarıdaki merkez sorunun içersinde geçen "direnç" (resilience) kelimesinin anlamını açma ihtiyacı duyulmuş. Bu raporda "direnç"ten kasıt, insanların, toplumların ve sistemlerin, değişim içersinde (büyük felaketler gibi) hayatta kalabilme, yeni süreçlere adapte olabilme kapasitesi olarak değerlendirildiği açıklanmış. Rockefeller Vakfı'nın da kuruluşundan beri "direnç ve eşit büyümeyi" insanlık için arttırmayı amaçladığı belirtilmiş.)
Senaristlerin, coğrafi olarak üzerine özellikle eğildik dedikleri üç bölge, dikkat çekiyor:
Sahra altı Afrika , Güneydoğu Asya ve Hindistan.
Senaryolar, dört adet farklı dünya geleceği üzerine kurulu.
1) Uygun adım: Askeri bir terimden yola çıkılarak adı konmuş bu gelecek tahayyülüne göre, dünya, günümüze göre daha otoriter devletler tarafından yukarıdan aşşağı sıkı sıkıya kontrol ediliyor. İnovasyon sınırlı, vatandaşlık ve insan hakları gerilemiş durumda.
2) Birlikte daha akıllıca: Bu en insanlığın geleceği açısından en optimum senaryo. Dünya çapındaki sorunlara, küresel işbirliği içersinde, başarılı stratejilerle müdahale ediliyor.
3) Hack saldırı: Bu da en kötü senaryo. Ekonomik anlamda sağlam olmayan, hükümetlerin güçsüz kaldığı, suç oranlarının yüksek olduğu, "tehlikeli inovasyonların" ortaya çıktığı bir dünya.
4) Akıllı karışıklık: Bu da kötünün iyisi. Ekonomik olarak sıkıntılı bir dünyada, günü kurtarmak amacıyla insanlar ve topluluklar kendi başlarının çaresine bakacak çözümler üretiyor.
Bunlar içersinde olası bir dünya geleceği açısından en endişe veren iki senaryoyu (Uygun adım ve Hack Saldırısı) sizler için iyibilgi olarak detaylı bir şekilde inceledik. Bugün "Uygun adım" adlı senaryonun detaylarına bakıyoruz.
"Uygun adım" senaryosuna göre, dünya H1N1 virüsünden daha beter! bir virüs ile karşı karşıyadır. Vahşi kazlardan bulaşan virüs, en hazırlıklı ülkeleri bile dize getirir. Alınan hiçbir tedbir, virüsün yayılmasını engelleyemez. Dünya nüfusunun beşte biri, bu virüsü kapmıştır. Sadece yedi ayda sekiz milyondan fazla insan ölür. Ölenlerin çoğu gençlerdir. İnsan, hizmet ve malların geçişi salgın yüzünden durur, dolayısıyla dünya ekonomisi çöker.
Virüs'ün en çok etkilediği yerler Afrika, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika'dır. ABD'nin bile çok kötü etkilendiği bu pandemik salgından, sadece birkaç ülke hafif sıyrıklarla kurtulur. Bunların arasında en dikkat çeken güç Çin'dir. Çin hükümetinin hızlı bir şekilde aldığı karantina kararı, güç kullanarak desteklendiği için etkili olur. Çin'in etkili ve güçle desteklenmiş bu politikaları, dünya çapında bir trend halini alır.
Ulusal liderler, hastalıkla başedebilmek için daha otoriter davranmaya başlarlar. Hastalık geçtikten sonra dahi, ellerindeki bu arttırılmış iktidarı gönüllü olarak bırakmazlar. Pandemik sonrası ortaya çıkan çok ciddi sorunlarla baş edebilmek için, ellerindeki iktidarı sonuna kadar kullanmakta kararlıdırlar. Bu daha sonra "bir ihtiyaç" halini alır. Devlet kontrolü sıkılaştıkça, teknolojinin gelişimi de buna uygun olarak değişir.
Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere nazaran ellerindeki iktidarı ve kaynakları daha etkili yöneterek, teknolojik inovasyonun kaynağı haline gelirler. Böylece teknolijik gelişmenin kontrolü bir süreliğine tekrar gelişmiş ülkelerin eline geçer.
Bu arada ABD ve AB'nin teknoloji konusunda kontrolü sıkılaştırması, teknolojiden faydalanmak isteyen ama bunun için yeterli kaynağı olmayan ülkeleri, Çin gibi Batı'dan bağımsız teknolojik atılım gösterebilen güçlerle daha sıkı işbirliğine iter. Özellikle batının gözünde diktatör olarak gözüken bir çok Afrikalı lider, Çin ile yakınlaşma politikaları izlemeye başlar. Bunun sonucunda Çin, Afrika kıtasındaki etkinliğini arttırır. Aşırı iktidar, bir süre sonra (2020'den sonra) kitlesel rahatsızlıklara, çatışmalara sebep olur. Üstten gelen baskıya karşılık alttan alta kitlesel tepki güçlenir. Bir çok bölgede devlet ve vatandaş karşı karşıya kalır.
Bu senaryoda teknolojinin kullanım alanları şöyle belirlenmiş:
- Havalimanları ve diğer kamusal alanlarda gelişmiş MRI cihazları bulundurulacak. Bu cihazlar sayesinde kalabalık içersinde "anormal davranışlı" kişiler kolayca tespit edilebilecek
- Bulaşıcı hastalıkların erken tespit edilebilmesi için yeni tarama cihazları geliştirilecek. Özellikle hastaneler ve hapishanelerden çıkan insanlar için bu taramalar zorunlu olacak.
- Seyahat engeli yüzünden, tele-konferans ve iletişim teknolojileri, daha etkin ve ucuz hale getirilecek.
- Korumacılık ve ulusal güvenlik endişeleri yüzünden her ulus, bağımsız bir bilişim ağı kuruyor; Çin'in kendi geliştirdiği güvenlik duvarı teknolojisini örnek alıp, kendi "duvarlarını" inşaa edecekler. "World Wide" Web (www) parçalı hale olacak.
Senaryonun kuş gribinden beter! bir salgın ile başlaması dikkat çekici. Hatırlarsanız, kuş gribi salgını hakkında ilk başta söylenenler, dünyanın son derece "tehlikeli" bir virüs ile karşı karşıya olduğunu belirtiyordu. Bu yüzden dünya çapında seyahat kısıtlamalarına gidilmek için kararlar çıkartılmış (örneğin geçen seneki Hac'cın iptali konuşulmuştu bir aralar), hükümetler milyonlarca grip aşısı satın almıştı. Sonradan "salgının" hiç de o kadar anlatıldığı gibi korkunç olmadığı anlaşılmış, grip aşısı satan ilaç firmaları, ekonomik krizde kar rekoru kırarken, hükümetler ellerindeki grip aşılarını ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat bu senaryoya baktığımız zaman, o salgının nerelere varabileceğini görmüş oluyoruz.
Dünya 2000'li yılların başlangıcında çeşitli felaketlere maruz kalmıştı. Toplumsal hafızalara kazınan olaylar arasında 2001 yılındaki 9/11 saldırıları, 2004'teki Güneydoğu Asya'yı vuran Tsunami, 2010'daki Haiti depremi, vb. bulunmaktadır. Fakat bu olayların hiçbiri sonradan "Felaket Onyılı" olarak adlandırılacak, 2010 ile 2020 yılları arasında yaşanacakların yanına bile yaklaşamayacaktır. Ne olmuştur bu "Felaket Onyılı" süresince?
- 2012 Olimpiyatları sırasında düzenlenen bombalı saldırı 13.000 kişinin canına mal olur.
- Bu olayın hemen ardından Endonezya'yı vuran bir deprem sonucu 40.000 kişi hayatını kaybeder.
- Nikaragua, bir Tsunami yüzünden neredeyse yok olur.
- Binyılda bir gerçekleşebilecek türden bir kuraklık, Çin'in batı yörelerini vurur. Kuraklık, çok büyük bir açlık tehlikesini de beraberinde getirir.
Bütün bu olayların kısa süre içersinde üst üste gelmesi, zaten zar zor ayakta durmakta olan dünya ekonomisinin üzerinde inanılmaz bir yük oluşturur. Ulusal devletlerin ve uluslararası yardım kuruluşlarının azalan maddi kaynakları, bu olaylar sonucunda iyice yetersiz hale gelir. Lima'da gerçekleşen bir toprak kayması altında kalan binlerce insan, yetersiz kurtarma çalışmalarından dolayı çaresizce kurtarılmayı beklerken, ünlü İngiliz Ekonomist dergisi şu başlığı atarak, dünyanın düştüğü çaresizliği özetler: "Dünya sonunda battı mı?"
Dünya ekonomisinin bu hale gelmesi, büyük güçlerin ulusal ve dış politikalarını da derinden etkiler. ABD 2015 yılında askeri harcamalarını kısmak zorunda kalacaktır. Afganistan'ı terk edenden ABD ordusunun yerini, kısa zaman içersinde Taliban güçleri alır. Avrupa, Güney Amerika, Asya ve Afrika'daki bir çok ulus-devlet, kamu maliyesi üzerindeki denetimlerini yitirmeye başlar. Ekonomik sıkıntılar, kitlesel hareketleri tetikler. Azalan hizmet ve mallar yüzünden, kaynak erişimini kısıtlamaya çalışan ülkeler arasında ufak çaplı silahlı çatışmalar görülmeye başlanır. Doğal kaynaklar bakımından zengin ülkelerde çatışmalar daha da yoğunlaşır, keza bu ülkelerin kaynaklarından yararlanmak isteyen dış unsurlar, çatışmaları tetikler. Ekonomide korumacı politikalar tekrar devreye girer. 2016 yılında, Berlin Duvarı'nın yıkılması sonrası hızlanan küreselleşmenin sonuna gelinmiştir.
Hükümetlerin kamu düzenini koruyamaz hale gelişi, kamusal alanda şiddetin her geçen gün daha çok artmasına yol açacar. Etnik, din veya sınıf açısından çok-parçalı ülkelerde çıkan çatışmalar, yoğunluk ve sıklık bakımından tarihi zirve yapar. Örneğin İsrail-Filistin çatışması gibi...
Hükümetin maddi yetersizlik yüzünden, yerine getiremediği kamu düzenini sağlama rolünü, gelişmiş teknolojiye sahip suçlular ve onların çete ağları almaya başlar. "Küresel gerilla" olarak adlandırılan bu oluşum, ekonomik korumacılık yüzünden durağan hale gelmiş uluslararası ticareti, yer altına taşır. Hizmetler ve mallar yer altından taşınmaya başlanır. Eski ve kullanılmayan ticari uçakları çalışır hale getirerek, kıtalararası ticareti kontrol altına alırlar. Uyuşturucudan, ilaca; silahtan teknolojik aletlere kadar her şey korsan yollarlar taşınmaya başlanır. Silah ve ilaçlar (uyuşturucular dahil) fakir insanların bu çeteler tarafından kontrol altına alınmasında başat rolü oynar.
Akla gelebilecek tüm malların "çakması" bu çeteler tarafından üretilmeye başlanır. Ancak geri-mühendislik ile tekrar üretilen bu çalıntı mallar, kalite ve sağlık açısından çok düşük seviyelerdedir. Korsan yollarla üretilmiş bozuk ilaçlar, ilaç ihtiyacı olan kitleleri daha da sağlıksız hale getirir. Sağlıklı aşıların yerini, sahte, bozuk aşılar alır. Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar bu yeni bozuk ilaçlar karşısında çaresiz kalırlar. Bu fenomenden sağlık hizmetleri açısından dışa bağımlı olan Afrika kıtası ülkeleri özellikle kötü etkilenir. 2021 yılında Fildişi Sahilleri'nde çakma Hepatit-B aşısı vurulmuş 600 çocuk, zehirlenerek ölür. Fakat bu sadece başlangıçtır. Çakma sıtma ilaçları, bu sayının çok üzerinde insanın ölümüne yol açacaktır. Bu olaylar, gelişmiş ülkelerde de ebeveynleri negatif yönde etkileyecek, insanlar çocuklarını aşılatmaktan kaçınacak hale gelecektir. Bunun sonucunda ise daha önce derman bulunmuş, ölümcül bulaşıcı hastalıklar tekrar sahneye çıkacaktır.
Bu işin sağlık yanı. Bir de teknoloji yanı var. Bu senaryoya ismini veren hackerlar, büyük şirketlere, hükümet kaynaklarına ve bankalara göz diker. Son derece gelişmiş yazılım ve aletlere sahip olan hackerlar, durmaksızın bu büyük kaynakları soymaya çalışacaklar. Bu saldırılar, hala ayakta kalmış büyük şirketler arasında panik yaratacak, en ufak bir inovasyon için dahi yüzlerce patent alınacak ve bunun sonucunda teknolojik gelişme, patent savaşlarına takılıp, yavaşlayacaktır. Hackerların ortaya saldığı dijital virüsler, toplumun dijital ağlar üzerinden sağlıklı iletişim kurmasını engelleyecek, güvenilir bilgiye ulaşılamaz hale gelecektir.
Şimdi raporun gelen kısmına özellikle dikkat etmenizi istiyoruz. Her şeyin kopyasının üretildiği, tüm bilgi teknolojilerin sıklıkla hack edilebildiği bu ortamda, senaristler sadece bir tür hack olayının "kötü" sonuçlar doğurmadığını yazıyor. Senaristlere göre, iyi sonuçlar doğuran bir hackleme alanı var ki, okuyunca gözlerinize inanamaacaksınız: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yani GDO! Gıdaların "hacklenmesi" çok daha basit hale gelecek, senaristlere göre. Bu trendi de, çokuluslu, büyük şirketlerde çalışmış Afrikalı bilimadamları başlatacaklar. Şirketlerinden ayrılıp, ülkelerine geri dönen bu "kaçak" bilimadamlarının geliştirdikleri yeni nesil GDO'lar, verimlilik açısından çok zengin olacak ve böylece dünyada açlık çeken Asya gibi kıtalara, "korsan" yollarla ithal edilecek. Senaristlerin üzerinde dikkatle durdukları nokta ise, GDO üretme tekniklerinin çok daha basitleşeceği ve insanların ufak labaratuvarlar kurarak garajlarında bile organizmaların genetiğini değiştirebileceği varsayımı. Yani bugün sadece bir kaç çokuluslu şirketin kontorlü altında olan zehirli GDO'ların, herkes tarafından üretilebilecek hale gelmesinin "müjdesini" veriyorlar. Açlığa çare olarak, ev işi GDO!
Bundan sonrası ise güvenlik duygusunu yitirmiş kitlelerin, klanlaşmasını, cemaatleşmesini öngörüyor. Zenginler, kendilerini güvende tutacak "organizasyonlar" ile anlaşıp, onların koruma ağına girerken, düşük gelirli kitleler, kendi içlerinde ulusal kimlikten çok, aile ve klan bağlarını öne çıkarmaya başlayacak. 2030 yılında "gelişmiş" veya "gelişen" uluslar kavramı anlamsız hale gelecek. Keza, ortada ulus falan kalmayacak.
Görüldüğü üzere Rockefeller Vakfı için hazırlanmış rapordaki bu ikinci senaryo, ulus-devletlerin çöküşü üzerine kurulu. Doğal felaketler ve terörist saldırılar yüzünden çökmüş bir dünya ekonomisi, beraberinde alttan üste bir devinimi tetikliyor. Fakat bu alttan üste doğru gerçekleşen hareketlenmede, devletlerin bıraktığı boşluğu, suç örgütleri dolduruyor. Hayli karanlık senaryonun en problemli yanı ise, açlıkla baş etmeye çalışan topluluklara, GDO'nun bir kurtuluş olarak sunulması.
İyibilgi uyarıyor: Bunlar şimdilik senaryo olarak gözükse de, belirli kesimlerin kafasında, zehrin nasıl toplumlara şırınga edileceğinin ipuçlarını açıkça veriyor.
Yorum Yap