Kapitalizm, Deccal gibi
'Deccal Tabakta' isimli kitabıyla gündeme gelen gazeteci-yazar Kemal Özer, GDO’ların ardındaki şirketlerin dünya hâkimiyeti peşinde koşarak ve ırk arındırma anlayışıyla Deccal gibi davrandıklarını söylüyor. Ancak peşinde koşulan amacın gerçekleşemeyeceğini hesap üstünde bir hesap olduğunu da belirtiyor.
Dilaver Demirağ / Özgün Duruş
Gazeteci-Yazar Kemal Özer'in yeni çıkan kitabı Deccal tabakta GDO tartışmalarının içyüzünü ortaya koyuyor. GDO'nun bir Bilderberg projesi olarak dünya hâkimiyetini hedefleyen ve insanlığın kaderine hükmetmek isteyen bir avuç kapitalistin işi olduğunu söylüyor. Özer İslami kesimin mecliste kabul edilen biyo-güvenlik yasa tasarısına karşı yüksek sesle muhalefet etmediklerini, bunun ardında Ak Parti hükümetini zor durumda bırakmamak olduğunu belirterek, ancak bunun sonuçta küresel hâkimiyet peşindeki şirketlerin işine yaradığın ı ifade ederek, bu tasarının geçmesi ile bundan 90 yıl önce Çanakkale de durdurulan işgalcilerin bu yasa ile Çanakkaleyi geçip Türkiye'yi sömürgeleştirdiğine dikkat çekiyor. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Genel Başkanı Kemal Özer ile GDO'yu, Dünya Hâkimiyeti projesini ve ırkçılık olarak siyonizmi konuştuk. Bu arada Kemal Özer Bilderberg ve Küresel Kapitalizmin asıl kodlarını deşifre edecek bir kitap üzerinde de çalışıyor.
Siz Deccal Kavramını genel manası ile değil sembolik anlamı ile alıyorsunuz, sizin tanımladığınız Deccal bir kötülük sembolü, kitabınızda şirketlerin hâkimiyet peşinde koşarak insanlığı kendilerince ıslah etmeye kalkıştıklarından söz ediyorsunuz, bu boyutu ile düşündüğümüzde Sembolik anlamı ile Deccal Kapitalizmdir denebilir mi?
Tabii, zaten kitapta da amaç Deccal'a dini anlamdan daha çok soyut bir anlam yükleyerek kapitalist tröstler den söz ettik. Bu anlamda dünyayı yöneten yapılar olarak Bilderberg denilen bir organizasyon bu ve bu Organizasyon'un tepesinde ise iki aile var. Her ikisi de Siyonist olan bu aileden birisi Rotschildlerdir, diğeriyse Rockfellerler. Bu iki aile birçok sektörde güçlü bir konumdalar, bazı sektörler ise tamamen hâkimler, Bu sektörlerde Enerji, Silah, İlaç ve Gıda bu alanlar tamamı ile bu iki ailenin kontrolünde. Yani bu alanlarda tekel olduklarından oyunun kurallarını bu iki aile belirliyor. Örneğin Amerikan Merkez bankası gerçekte bu iki ailenin. Yine bir başka büyük finans şirketi olan Goldman Sacs-ki krizin baş aktörü-bunların mülkiyetinde. Dünyanın en büyük petrol şirketleri BP, Shell, Mobil gibi tröstler bunların, Dünyanın en büyük ilaç (mesela Roch) ve gıda şirketleri (mesela Monsanto) bunların. Mesela Rockfellerin kontrol ettiği 20 trilyon dolarlık bir finansman söz konusu. ABD'nin bir yıl içerisinde mal ve hizmetlerle üretilen servetinin 13 trilyon dolar olduğu düşünülürse bir ailenin tek başına serveti bu rakamın üzerinde. Rotschild'in ise 25 trilyon dolar civarında bir parayı kontrol ettiği tahmin ediliyor. Dünyanın toplam üretim gelirinin bu civarda olduğu düşünülürse bir aile dünyayı satın alacak güçte. Bu rakamlar kendilerinin açıkladığı rakamlar. Bu kişilerin gerçek servetlerinin ne olduğu da tam bilinmiyor, çünkü bu iki aile için tam bir karartma söz konusu. Mesela dünyanın en ünlü zenginlerinin yer aldığı Forbes dergisinde bu iki aileden söz edilmez.
GDO konusu da sizin de ele aldığınız gibi bir küresel hâkimiyet ve soy arıtımı ya da nüfus kontrol sistemi olarak kullanılıyor gibi görünüyor. Kısır tohum bu yönde kullanılan bir silah kabul ediliyor. GDO bitkilerin genleri ile oynanmanın ötesinde bir şeyler mi taşıyor?
Öncelikle GDO'yu üç evrede düşünmek gerek. Burada da gıdayı iki evreye ayırarak işe başlayabiliriz. Endüstri öncesi, endüstri sonrası. Endüstri öncesi gıda tabii yapıya dayanıyordu. Yani fıtrata uygundu. Toprakla su dışında hiçbir müdahale olmaksızın, yeşermesi, meyve vermesi, olgunlaşması, hasat süreci ve sonrasında harmanlanması ve besin haline dönüşmesine dek hiçbir evrede yapay herhangi bir müdahale söz konusu değildi. Bu süreç endüstrileşme sürecine kadar devam etti. Sanayi devrimi denen süreç başlayana kadar yani 1900'lü yıllara kadar gıda üretimi tamamı ile doğal yollardan yapılan bir işti. Sanayi devrimi ile birlikte bu süreç değişime uğradı. İlk önce hibritleşme dediğimiz süreç başladı. Bu teknolojide asıl amaç tohumun mülkiyetini değiştirmektir. Bunun için küçük bir gen müdahalesi yapılır, böylece çağlar boyunca insanlığın ortak mülkiyeti olan tohum mülk edinilir. Bildiğimiz tüm tarımsal bitkiler (arpa, mercimek, pirinç, soya vb) ne tür tohum varsa bunlar şirketlerin mülkiyetine dönüştürülür. Buna hibritleşme dönemi diyoruz. Bu yaklaşık elli yıl sürdü ve halen de devam etmekte. Bu evrede genetik müdahale vardır ama bu müdahale de içerir ama bu tür içidir. Yani bitki geni bir başka gene aktarılır hayvan GDO ise tür dışı bir genetik müdahaledir.
GDO ise tür dışı bir müdahaledir. Yani bir domatesin içine hayvandan gen aktarıldı, fasulyenin içine bir hayvandan ya da mikroorganizmadan gen aktarımı yapılabilir Aradaki temel fark bu.
Üçüncü evreyse Nano Gıda dönemi. Şu sıralar GDO evresi çok tartışılsa da sona doğru yaklaşıyor. Nano Gıda ise gıda denilen şeyin tamamı ile sentetikleşmesi, bunun ileri evrelerinde mutfak kültürünün tamamı ile sona erip yerini bir hapın alması söz konusu olacak. İşte bütün bunlar için gıda tamamen mülkiyete geçirildi.
Burada gelinmek istenen asıl nokta küresel mülkiyet transferi yapıldıktan sonra, istenilen toplumların nüfusu planlaması adıyla kısırlaştırma soy arıtımı vb adlarla istenmeyen ırkları ortadan kaldırabilme gücü elde edilmiş olacak, bunu da iki yöntemle yapacaklar, birincisi kısırlaştırarak, ikincisi de siyasi dayatmalarla tohumun mülkiyeti ele geçince eğer yaşamak istiyorsanız tohum, tohum istiyorsa da masadaki şartlar denilerek size dayatılmış olacak.
Bütün bunlar bizi kapitalizm meselesine götürüyor. Sizin çalışmanızda sistem onun içindeki kişilerle ele alınıyor, burada sistemi yaratan insanlar mı söz konusu, yoksa sistem mi insanları yaratıyor?
Bütün bunlar Amerikan eksenli gözükmekle birlikte bu bir Siyonist projedir. Bu sürecin içinde yer alan hangi isme bakarsanız bakın bunların mutlaka Siyonist olduğunu görürsünüz. Evet, bunların içinde Siyonist olmayanlar da vardır ama bunlar taşerondur.
Burada varılmak istenen bir hedef vardır. CNN Grubunda yer alan Ted Turner tarafından söylenen bu fikir şu. Dünya da 215 milyon insan yeterli, daha fazlasına ihtiyaç yok, bunların ortadan kaldırılması gerek. Yani 7 milyardan fazla insan ortadan kaldırılması gereken bir fazlalık. Bunların 2030 yılı için bir öngörüleri var –ki bu NASA'nın üzerinde çalıştığı bir proje- Fransız ve Amerikan asıllı olmak üzere, Müslüman ve ateist olmayan, Hristıyan ve Yahudi de olabilen 20 yaşlarında 250 erkek, 250 kadın olmak üzere 500 kişilik bir temel grup ve seçkinlerden oluşan bir grup insan Marsa taşınacak. Bunlar Orada yapılaşma sağlayıp ortamı yaşanabilir hale getirecekler. Bir bölümü Marstaki yaşam da kullanılmak üzere de Norveç'in Swalbard bölgesinde kurulan tohum deposundaki tohumlardan alınanlar Marsa gönderilecek. Onların yaşamasına izin verdikleri dışında kalan tüm insanlar akıllı nitelikte yani sadece belirlenen canlıları yok eden bir Bomba tarafından yok edilecekler.
Dünya yeniden yaşanacak bir noktaya geldikten sonra da Marsa taşınanlar dünyaya dönerek yeni bir yaşamı başlatacaklar. Şu anda bu plan üzerinde çalışılıyor.
Tüm bunlar bir komplo teorisi olarak görülebilir ama değil, aslında biz olayların arkaplanını bilemeyince komplo diyerek geçiyoruz. Oysa tersine insanlığa karşı kurulan bu komploya komplo demek, bunların insanları kandırmalarını göz ardı ederek komplo demek bir basiretsizlik.
Peki, bunlar bu denli ustaca planlar yapıp bunun koşulların hazırlıyorsa bunlara karşı mücadele vermek de boş bir çaba mı? Çünkü bütün bunlardan sonra insan yeise kapılıp bunlara bizim gücümüz yetmez duygusuna kapılıyor. Mücadeleler beyhude mi?
Asla. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar hesap üstünde bir hesap vardır. Bunlar mutlaka hesaplarının tutması için çaba sarfederler ama tutmayacaktır. Bunu nerden biliyoruz.
1800'lerin sonu 1900'lerin başında saf bir İngiliz ırkı yaratma projesi başlatılır, aynı dönem de benzer bir proje ABD'de gündeme gelir. Amerika'yı siyahlardan arındırma projesinin adıdır bu. Ancak bu proje ancak kısmi bir başarı sağlar. Zenciler için soykırım uygulanması denenmiş ama başarılamamıştır. Bu zaten tecelliye aykırıdır. O yüzden onlar çalışacak biz itiraz edecek, oyunu boşa çıkarmak için uğraşacağız. Onların hesabı mutlaka bozulacak. Problem şu, projenin içinde olmayan kendileri üzerine proje bina edilen, komplo kurgulanan toplumlar, topluluklar meselenin arkaplanını bilmeden ideolojik bir saplantıya dolanıyor.
Mesela bugün Ak Parti iktidar da ama GDO yasasını Ak Parti çıkarıyor. Buna karşı duruyorsanız karşısınız demektir diye lanse ediliyor, İslami çevreler de Ak Partiyi yıpratmayalım, o zaman şuna karşı çıkmayalım gibi bir söylem geliştiriyorlar. Bu söylem bir zafiyet oluşmasına neden oluyor. Onlar ne yaparsa yapsın bizden tek bir ses bile çıksa onların işiniz bozacaktır, halisane yapılan bir dua bile onlara engel olmaya yeter. Ama biz o samimi duayı yapmıyoruz, samimi bir biçimde karşı çıkmıyoruz. Bu duruşu yeterince gösteremiyoruz. Bizden daha güçlüymüşüz gibi görünmelerinin nedeni bu.
Ben asla ümitsiz değilim. Benim inandığım güç onlardan daha güçlü bir güç olduğundan onlar başarısız olacaklar diye inanıyorum.
Onların şer İttifakına karşı bizim de karşı bir şer ittifakı örgütlememiz mümkün olabilir mi? Ya da şöyle ifade edersek bu süreçte Müslümanlara çok önemli bir rol düşüyor, ama özellikle Türkiye'de Müslümanlar kapitalizmle fazlası ile içli dışlı olmuş durumdalar, bundan kaynaklanan bir zafiyet var gibi. Ne olacak bu durum?
Şimdi bakın Meclisten GDO'ya cevaz veren biyogüvenlik yasası aynen geçti. Hatta başka konularda birbiri ile hiç anlaşamayan MHP; CHP ve AK Parti bu konuda gayet iyi uzlaştılar. Öyle ki MHP'liler bu yasadan dolayı teşekkür bile ettiler. Benim kitabımın piyasaya çıktığı günle GDO ya izin veren yasanın meclisten geçmesi aynı gün. Yani Çanakkale direnişinin yıldönümü. 90 yıl önce geçilemeyen Çanakkale bu yasayla geçilmiş oldu. O zaman giremeyen Deccali güçler şimdi bu yasa ile tarımımızı yani geleceğimizi ipotek altına alarak ülkeyi işgal etmiş oldular. Bu işgal karşısında ise meclis direnmek bir yana adeta zil takıp oynayarak bu işgali onaylamış oldular. Tarım Bakanı GDO'lu gıdalarla beslenen hayvanların etine sütüne geçmediğini iddia etti. Bakan ya gerçeklerden bir haber ya da doğruyu söylememeyi tercih ediyor. Bir yandan bu sütlerle üretilen mamalar yasaklanıyor, diğer yandansa bu gıdalarla beslenen hayvanların GDO'lu olmayacağı iddia ediliyor. Bu çelişkinin izahı yok. Bu yasa ile zaten GDO cenneti olan ülkemizde bu durum hukuki bir zemine oturmuş oldu. Böylece Türkiye Decalli güçler tarafından fethedilen bir ülke konumuna düşmüş oldu. Bu kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir partinin iktidarında gerçekleşmiş oldu.
Bir başka çelişki daha var. Türkiye İzmir de bir tohum bankası kurdu. Bu proje D-8 ülkelerinin projesiydi. Ne ilginç ki Müslümanların faydasına olan bir proje GDO'cu yani Siyonist patronlu şirketler tarafından destekleniyor. Tam bir kara mizah örneği. Böylece devlet eli ile toplanan tohumlarımız, bilimsel araştırma adıyla GDO'culara peşkeş çekilecek.
Yorum Yap