Gıdanın 'mukaddes' kitabı bize ne anlatıyor?

on5yirmi5.com sitesinin haber koordinatörü Arzu Erdoğral, Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer'le konuştu. İşte o mülakat:

Gıdanın 'mukaddes' kitabı bize ne anlatıyor?
Röportaj: Arzu Erdoğral / on5yirmi5.com
 
İnsanlığı ve sağlığımızı tehdit eden unsurların hayatımızdaki yeri gün geçtikçe konumunu sağlamlaştırırken, Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer ile yeni kitabı “Şeytan Ye Diyor” dan GDO'yu, ‘insanların kobaylığına izin veren yasadan enerji içeceklerindeki tehlikeye kadar birçok konuyu konuştuk. Dinlediklerim hiç hoşuma gitmese de toplum olarak gerekli bilince ulaştığımızda bu konuları konuşmama umudunu içimde halen taşıyorum. Hadi okuyun ve karar verin. Türkiye “Gıda Savaşını” kazandı mı yoksa kaybetti mi?
  
Söyleşimize, sizin gündeme getirdiğiniz ‘insanların kobaylığına izin veren' yasa ile ilgili okuyucularımızı bilgilendirmekle başlayalım. Neler söylersiniz?
 
Bu yıl ilk olarak RTÜK Kanunu değiştirildi. Birçok ilacın reklâmını serbest bıraktılar. İkinci olarak ise, 6212 sayılı Biyotıp Araştırmalarına İlişkin İnsan Hakları Kanunu çıkarıldı. Adı çok masum olan bu kanun, aslında insanların kobaylığına izin veren bir kanun... Ne garip değil mi? İlaç firmalarının insanları kobay olarak kullanmasına izin veren yasanın adı “insan hakları kanunu.” Ayrıca geçtiğimiz yıl ‘Biyogüvenlik Kanunu' adıyla başka bir kanun çıkarmışlardı. Oysa bu kanunda, GDO kullanımını yasal hâle getiren bir kanundu. Bu ülkede işler böyle yürüyor anlayacağınız. Sağ gösterip, sol vuruyorlar.
 
Tarım bilimci olan Lester Brown'ın 21. yüzyılda “Gıda Savaşları” olacak tezi ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?
 
Şimdiler de daha çok konuşulsa da, bu yeni bir tez değil. Gıda savaşları başlayalı, en az 100 yıl oldu. Bu savaş, cephe savaşları ve nükleer savaşlar gibi yapılmıyor. Bu savaş; tarlada, masada ve midede cereyan ediyor. Ancak, Irak Savaşı'nın en önemli gerekçelerinden biri de ‘tohum' dolayısıyla ‘gıda savaşıdır.' Bundan sonra benzer savaşları çok göreceğiz. Son 15 yıldır, Türkiye bu savaşı kaybetti. Özellikle son 5 yılda ise tam anlamıyla kaybetti.
 
Gıda Hareketi olarak GDO ile ilgili önemli bir mücadele veriyorsunuz. Bu konuda gelinen son nokta nedir?
 
Ankara, küresel egemen güçlerden yana politikalarını sürdürdüğü ve de Dünya Ticaret Örgütü'nün dayatmalarına boyun eğdiği müddetçe, bizim mücadelemiz devam edecek. GDO ve hibrit tohum sorununu topluma önemli ölçüde anlattık. Toplumun dikkatini çekmek ve endişelendirmek istiyorduk, önemli ölçüde başardık.
 
GDO'lu ürünleri tüketmek zorunda bırakılan bir toplum olsak da, bundan memnun değiliz. Ne yapmak gerekiyor bu tehlikeyi hayatımızdan çıkarmak için?
 
Raftaki her 100 endüstriyel gıdanın en az 90'nında soya veya mısır veya bunlardan mamul katkı maddeleri var. Soya ve mısır yüzde yüze varan oranda GDO'lu. Bu durumda raftan gıda almamak gerekiyor. Bu öneri kimilerine zor gelebilir. Alışkanlıkları değiştirmek öyle sanıldığı kadar zor değil. Alışkanlıkları değiştirmek için ilk yapmamız gereken, beynimizi ikna etmek. Beynimizi ikna edersek, gerisi gelir. Mesela, çayı şeker ekleyerek içiyorsak, öncelikle şekerin her türünün; diyabete, karaciğer sorunlarına, obeziteye neden olduğunu beynimize anlatmamız gerekiyor. Şekersiz çay içmek, üç-beş gün zor gelecek. Bu sürede biraz direnmek ve daha açık çay içmek yeterli olacak. Kısa bir süre sonra, bugüne kadar hiç çay içmediğinizi fark edeceksiniz. Artık size kimse şekerli çay içiremeyecek.
 
Bugün bu ülkede, yedi kişiden biri böbrek hastası. Artık çocuklar diyabet hastası olarak doğuyor ve 2 yaşında kanser olanların sayısı da maalesef artıyor. Genç kızlar evlilik yaşı gelmeden göğüs kanseri oluyor ve 25-30'lu yaşlarda menopoza girer hâle geliyorlar. Milyonlarca kişi böbrek, diyabet veya hepatit hastası... Alzheimer, kalp/damar sorunları, kadın hastalıkları gibi sayısız hastalık kol geziyor. Kısacası, toplumun yarıdan fazlası hasta... Yüzde 15'i her gün hastaneye gidiyor… Yüzde 10'na yakını her gün ilaç kullanıyor. Her 4 yeni evli çiften biri kısır...
 
Bugün ne yazık ki, dede, oğul ve torun aynı şekilde tüketiyor. Bu nedenle dedelerimizi değil, büyük dedelerimizi örnek almamız gerekiyor. Kapitalist ekonomi ihtiyaç olup olmadığı ve sağlıklı olup olmadığına bakmaksızın, ekonomik çıkarına uygun bir ürünü üretir ve rafa koyar. Sonra da reklâmlarla bilinçaltımızı yöneterek, tüketmemizi sağlar. Buna ‘arz ekonomisi' denir. Sağlığını ve geleceğini düşünen ‘akıllı' insanlar, isteği dışında arz edilen ürünleri tüketmez. İhtiyacı olan ürünleri talep ederek, ‘talep ekonomisi'ni hayata geçirir. Ben tüketmezsem, siz tüketmezseniz, diğer insanlar tüketmezse, bu ürünleri kime satacaklar? Biz yaşamak için talep ekonomisini devreye sokacağız. Bu üreticiler de yaşamak için, mecburen talebimizi karşılayacaklar.
 
Gençler tarafından sıklıkla tüketilen enerji içecekleri ile ilgili bir tehlikeye dikkat çekmiştiniz. Nedir bu ürünü içenleri bekleyen tehlike?
 
Bugün 140 ülkede 200'den fazla markayla pazarlanan enerji içecekleri ilk olarak 1987'de Avusturya'da satılmaya başladı. Bugünlerde bu içecekleri tüketen insanların ve özellikle de gençlerin sayısında büyük bir artış var.
 
‘Drug and Alcohol Dependence Dergisi'nde yayınlanan bir araştırmada, bu içeceklerin bağımlılığa ve kafein zehirlenmesine yol açtığı ortaya çıktı. Bu bağımlılık ve kafein zehirlenmesinin yanı sıra; uyku bozukluğuna, beslenme dengesizliğine ve davranış bozukluğuna neden olmakta.
 
Ayrıca, içerdiği ‘taurine' maddesi, kısa süreli hafıza kaybı ve merkezi sinir sistemi sorunlarına neden oluyor. Buna rağmen bu ürünün Türkiye'de satışı hâlâ serbest. Oysa Avustralya ve Yeni Zelanda gibi çok sayıda ülkede, satış ve üretimi tümüyle yasak. Dünyada, enerji içeceği tükettiği için öldüğü belirtilen çok sayıda vak'a var. Bunun en son örneklerinden biri de, Türkiye'de yaşandı. KTÜ'de okuyan Avni Fidan, iki kutu enerji içeceği içtikten sonra aniden fenalaştı, hastaneye kaldırıldı ama hayatını kaybetti. Tüm olumsuzluklarına rağmen bu ürün ne yazık ki ülkemizde serbestçe satılıyor.
 
“Deccal Tabakta” adlı eserinizin ardından “Şeytan Ye Diyor!” kitabınız piyasaya çıktı. Bu kitap bize ne anlatıyor?
 
Bu kitabın bugüne kadar gıdalarla ilgili yazılmış hiçbir kitaba benzemediğini söylersek umarım abartmış olmayız. Çünkü gıda meselesini; ne, tek başına sağlık, ne temizlik, ne genetik, ne kimyasal, ne de dinî açıdan ele almıyor. Bilakis, temel gıda maddelerinin tarihi boyutu, endüstrileşme süreci, bu süreçte uğradığı tahribat, üretim prosesleri, üretim sürecinde uğradığı değişim, sağladığı yarar ve zararlar, Kur'an ifadesiyle ‘helâl ve temiz' onlanrın kirletilmesi, sade bir yaşama nasıl dönülebileceği ve israftan korunma yöntemi gibi boyutlarını topluca ele alan ve de reçete sunan bir çalışma.
 
Son olarak neler söylemek istersiniz?
 
Herkese kitabı okumalarını öneririm. Böyle bir gıda ve sağlık kitabını dünyanın hiçbir yerinde bulamazlar. Pişman olmayacaklar.
 
Verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederiz.
 
Asıl ben gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür eder, sitenizin yayın hayatında başarılar dilerim.

 

Yorum Yap

Diğer Haberler